tarihinde yayınlandı

BİTKİLERİN SESİ VAR MIDIR?

Bitkiler için sesin hiçbir anlam ifade etmediğine dair bir inanç vardı. Ancak son birkaç on yılda, son derece hassas ses sensörleri kullanılarak bitkilerin gerçekten kendiliğinden yüksek frekanslı sesler ürettiği gösterildi (Laschimke ve ark., 2006, Ritman ve Milburn, 1991). Bitkilerin ses ürettiği mekanizmalardan biri kavitasyon adı verilen bir süreçtir (Şekil 1). Bu süreçte, hava kabarcıkları terleme çekimi sırasında su iletken sistemini kesintiye uğrattığında ve aniden patladığında (genleşme nedeniyle) ksilem dokularında gerginlik yarattığında ses yayılır (Hölttä ve ark., 2005, Ritman ve Milburn, 1991). Kavitasyon, kuraklık gibi su eksikliği koşullarında yaygın bir olgudur (Cochard ve ark., 2013, Tyree ve Sperry, 1989). Benzer bir mekanizma, fotosentez sırasında 2-20 kHz aralığında ses üreten alg filamentlerinden oksijen üreten ve serbest bırakan bir deniz yosununda gözlemlendi (Freeman ve ark., 2018). Başka bir çalışmada, büyüyen mısır kökleri kavitasyondan farklı yapılandırılmış sivri uçlu ses üretti (Gagliano ve ark., 2012). Bu nedenle, bir bitkinin ses yaymasının birden fazla yolu var gibi görünüyor ve bunlardan bazıları çevresindeki ortama karşılık geliyor.
Kendilerini ifade etmek için belirli sesler çıkaran hayvanlar gibi, bitkilerin de belirli strese yanıt olarak havadan ultrasonik ses (~20-100 kHz) yaydığı bulundu (Şekil 2). Khait ve iş arkadaşları, domates ve tütün bitkilerinde 10 cm’lik fark edilebilir bir mesafeden ses kaydettiler ve bitkilerin kuraklık koşullarına ve farelerin ve güvelerin duyulabilir aralığına giren yaprak kesiklerine yanıt olarak havadan ses yaydığını gösterdiler (Khait ve ark., 2019). Ancak bunun avcılarını uyarmak için bir sinyal olup olmadığının araştırılması gerekir. Farklı stres koşulları (ısı, kuraklık, haşere saldırısı gibi) sırasında akustik imzaları analiz eden ve bitkinin fizyolojik durumunu yansıtan bir makine öğrenme algoritması, zamanında samimi çiftçilerin mahsulleri korumak ve tarımsal üretkenliği sürdürmek için doğru önlemleri almaları için yararlı olacaktır.
Artan sayıda kanıt, bitkilerin ses algısına duyarlı olduğunu göstermektedir (Chowdhury ve diğerleri, 2014, Mishra ve diğerleri, 2016). Ancak, sese tepkilerini hızla ifade eden hayvanların aksine, bitkiler çoğunlukla fark edilmeyen çok daha incelikli bir şekilde tepki veren hareketsiz yaratıklardır. Aşağıda tartışılan örnekler, bitki davranışı ve ses algısının biyolojik önemi hakkındaki anlayışımızı geliştirecektir (Şekil 3, Tablo 1).
Bitki köklerinin su kaynağına yakın bir yerde büyürken su eğimini algıladığı bilinmektedir. Pisum sativum kökleri, gerçek su olmadığında bile akan su sesi yönünde aktif olarak büyüyerek suyu bulma konusunda ilginç bir davranış gösterdi (Şekil 3a) (Gagliano ve diğerleri, 2017, Gagliano ve diğerleri, 2012). Benzer türde fonotropik tepkiler Arabidopsis ve Zea mays’ta gözlemlendi (Gagliano ve diğerleri, 2012, Rodrigo-Moreno ve diğerleri, 2017). Bu tür örnekler, su kaynağı uzakta olduğunda, suyun akustik sinyallerinin köklerin suya ulaşmasını kolaylaştırdığını göstermektedir (Mishra ve Bae, 2019). Köklerin belirli bir su frekans aralığında nasıl bükülme davranışı gösterdiği açık değildir. Bitkilerin, kök büyümesini su kaynağımıza ulaştırmak için akan suyun doğal frekansını ilişkilendirme konusunda doğuştan gelen bir yetenek geliştirmiş gibi görünüyor.
Çiçek açan bitkilerin büyük çoğunluğu başarılı üreme için polinatörlerde yaşar (Ollerton ve diğerleri, 2011). Ancak yakın zamana kadar, bitkilerin polinatörünü ürettiği sesle algılayıp algılayamayacakları ve faydalı bir fizyolojik tepki yaratıp yaratamayacakları bilinmiyordu. Arı vızıltısının çuha çiçeği üzerindeki etkisine dair ilginç bir deney, sesin bitkinin polinatörünü çekmesi için ne kadar önemli bir sinyal olabileceğini ortaya koydu (Veits vd., 2019). Araştırmacı, arı vızıltısına veya aynı frekansların yapay olarak çalınmasına maruz bırakılan çuha çiçeği çiçeklerinin hızla (3 dakika içinde) tepki verdiğini ve çiçeklerin başarılı bir polinasyon için daha fazla arı çekmek amacıyla %20 daha tatlı nektar üretmeye başladığını buldu (Şekil 3b). Bitki, daha tatlı nektar üretimi için kaynak tahsisi için ekstra enerji harcamak zorunda olduğundan, bitkinin tepkisi polinatöre özgü olmalı ve polinatörün harcadığı zamana göre iyi ayarlanmış olmalıdır, aksi takdirde hırsız karıncaları ve mikropları da çekebilir (De Luca ve Vallejo-Marin, 2013). Aynı zamanda arılar şeker konsantrasyonundaki %1 kadar küçük bir farkı algılayabilecek kadar zeki görünüyorlardı (Afik ve diğerleri, 2006). Bu gözlem, kulakları ve karmaşık sinir sistemleri olmayan bitkilerin bile faydalı sesleri algılayabildiğine ve bitki için (tozlaşma ve gelecekteki tozlayıcı ziyaretlerinin şansını artırmak için) ve tozlayıcı arı için (daha zengin yiyecek elde etmek için) karşılıklı olarak yararlı olan bir biyokimyasal tepki (daha tatlı nektar) ürettiğine dair sağlam kanıtlar sunmaktadır. Çalışma ayrıca arılar ve çiçekli bitkiler gibi tozlayıcıların karşılıklı yararlar için birlikte evrimleştiğini de öne sürmektedir.
Akustik iletişim türler içinde veya farklı türler arasında iyi çalışılmıştı………………………

Biological relevance of sound in plants

Environmental and Experimental Botany, volüme 200, August 2022, 104919.

tarihinde yayınlandı

BAL ARILARI DUYAR MI?

Bal Arılarının Bazı Duyusal Özelliklerinin Yaşam Faaliyetleri Üzerine Etkileri

Recep SIRALI1

Giriş

Bal arıları, çevrelerinde ve iç bünyelerinde meydana gelen mekaniksel, kimyasal, fiziksel, ruhsal, elektriksel vs. gibi tüm değişiklikleri algılayabilen; görsel, işitsel ve diğer tipteki duyusal işlevlere sahip çeşitli duyu organlarına sahiptir (Demirsoy, 1985; Todorović & Todorović, 2017).

Bal arılarının yaşamlarını sürdürebilmesi, çevre koşullarının yanı sıra sahip olduğu duyu organlarına ve duyusal özelliklere bağlıdır (Ćerimagić, 1990). Bu özellikler bal arılarının tüm yaşamsal faaliyetlerini ve sağlığını etkilediği gibi üretim etkinliği üzerinde de etkilidir (Vesković, 2000).

1 Dr. Öğr. Üyesi, Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Zootekni Anabilim Dalı, Tekirdağ / Türkiye

–103–

Bazı gözlemciler bal arılarının yaşamsal etkinliklerine ilişkin birtakım özelliklerini açıklamakta güçlük çektiklerini belirtmişler ve bunu bal arılarının ne yaptığını göstermek istemediği şeklinde yorumlamışlardır (Doğaroğlu, 2004).

Oysa bal arılarındaki her türlü davranış arı kolonisinin geleceğinin devamını sağlama üzerine kurulu olup, bu konuda hiçbir canlı türünde görülmeyecek düzeyde bir duyarlılık ve yetenek söz konusudur. Diğer yandan bal arılarının yaşamına ait tüm koşullar insan müdahalesi olmaksızın koloninin kendisi tarafından düzenlenmekte ve kontrol edilmektedir (Güler, 2006).

Bal arılarının çeşitli koşullarındaki değişikliklere karşı gösterdikleri tepkiler çok farklı olduğundan (Gençtan, 2012), bu özellikleri bal arılarını diğer canlıların çoğundan daha güçlü kılmaktadır (Güler, 2006).

Bal arılarının fizyolojik ve davranış özelliklerinin, çevreye uyum mekanizmalarının kısacası tüm yaşamsal faaliyetlerinin devamında oldukça önemli olan görme, işitme, koklama, tat ve dokunma gibi duyusal özelliklerin etkisi görülmektedir (Vesković, 2000).

Koloni tarafından kontrol edilen bu duyusal faktörlerin etkilerini birbirinden ayırmak oldukça güçtür (Doğaroğlu, 1992). Ayrıca aynı koloni bireylerinde farklı koşullar altında duyusal işlevlerin önceliği de değişim gösterebilmektedir (Demirören, 2002).

Dış etkilerle meydana gelen uyarılar, belirli merkezlere iletilerek, orada değerlendirilmekte, bal arısı için en yararlı biçimde ve koloniyi oluşturan bireylerin kendine özgü şekilde tepki göstermesi sağlanmaktadır (Demirsoy, 1985).

Diğer yandan bal arıları karanlık veya yarı karanlık kapalı bir yuva çevresine uyum sağladığından böyle bir ortamda görme duyusundan çok, koklama ve işitme uyarıları en önemli duyuları oluşturmaktadır (Öder, 1985).

–104–

Her duyu organının alıcısı, belirli bir uyarana cevap vermektedir. Genellikle her duyu kendi duyu organı ile algılanmasına karşın bir uyaran bazen birden fazla duyu organını etkileyebilmektedir (Tanyolaç & Tanyolaç, 1992).

Bu bağlamda bal arılarının yaşamsal etkinliklerinin hangi duyusal özelliklerden ne ölçüde etkilendiği konusunda bilimsel çalışmalara ihtiyaç duyulmakta ve bu sonuçların uygulamaya aktarılması gerekli görülmektedir (Todorović & Todorović, 2017).

Nitekim duyusal özelliklerin detaylı olarak incelenmesi; koloniyi oluşturan bireylerin yaşamı, popülasyonunun devamı ve arıcılıkta başarılı olabilmek için de oldukça gerekli görülmektedir (Sıralı, 1999).

Bu düşüncelerle hazırlanan makalede; görme, işitme, koklama, tat ve dokunma gibi bazı duyusal özelliklerin bal arılarının kovan içi ve dışı yaşamsal etkinlikleri üzerindeki etkileri incelenmiştir.

Görme duyusu

Işığın algılanması tüm canlı türlerinde olduğu gibi bal arıları için de oldukça önemli bir yetenektir (Aktümsek & Ünsal & Kalyoncu, 2009). Bal arılarının gözleri sadece kendileri için yararlı olanı görebilecek biçimde düzenlenmiştir (Anonim, 1993).

İşçi arılar için kovan dışında yön bulma ile propolis, su, polen ve nektar toplamada yüksek düzeyde önem arz eden görme duyusu bal arılarının söz konusu davranışlarını belirlemede çok önemli rol oynamaktadır (Demirören, 2002; Anonim, 2023).

Erkek arıların havada uçarken ana arıyı izlemesi ve ona yaklaşabilmesi için görme duyuları ana ve işçi arılardan çok daha iyi gelişmiştir (Güler, 2006). Özellikle işçi ve erkek arılarda gözler çok güçlü olup, uzağı görme ve renk seçme özellikleri ana arılardan oldukça iyidir (Doğaroğlu, 1992).

Işık, bal arılarında değişik tipteki görme organları tarafından algılanmaktadır (Ecevit & Akyazı & Akyazı, 2012). Bal arılarının baş kısmında ikisi bileşik, üçü basit olmak üzere toplam 5 göz

–105–

bulunmaktadır. Çok sayıda basit gözden oluşan bileşik gözler başın üst iki yanında, basit gözler ise ikisi yukarıda birisi alt ortada olmak üzere alın kısmında yer almaktadır (Doğaroğlu, 1992).

Bal arılarında görme duyusunda esas önemli olanın bileşik gözler olduğu bildirilmiştir (Ecevit & Akyazı & Akyazı, 2012). Morötesi ışığa karşı oldukça hassas olan bileşik gözler çok gelişmiş olup, başın iki yanını tamamen kaplamaktadır (Anonim, 1993; Güler, 2006).

Bileşik gözler ana arıda 3000, işçi arıda 4000 ve erkek arıda 8000’den fazla ünitenin birleşmesinden meydana gelmektedir. Gözün her bir ünitesi, bakılan cismin küçük bir kısmını görmekte ve bu görüntüler birleştirilerek cismin görüntüsü beyinde bir bütün olarak tamamlanmaktadır (Genç & Dodoloğlu, 2003). Bileşik gözlerin yüksek frekanstaki titreşimleri izleme yetenekleri yüksek olduğundan şekilleri rahatça görebilmektedirler (Özet & Arpacı, 2001).

Ana arılar sadece çiftleşme uçuşu için kovandan uzaklaştıkları ve tüm ömrünü kovan içerisinde karanlık bir ortamda geçirdikleri için bileşik gözleri diğer bireylerin gözlerinden daha küçüktür. İşçi arıların bileşik gözleri ana arınınkinden daha büyük fakat erkek arılardan daha küçüktür. Kovan içi karanlık olmasına karşın tüm koloni bireyleri çevreyi her yönüyle rahatça görebilmektedirler (Güler, 2006).

Basit gözler; ışık şiddetinin algılanması, polarize olan güneş ışığının görülmesi ve arıların haberleşmelerinde güneşin bulunduğu yer ve yön tayininde kullanılmaktadır (Güler, 2006; Korkmaz, 2013).

İyi koşullarda bal arılarının gece dahi nektar ve polen topladıkları göz önüne alınacak olursa, karanlıkta görme özelliklerinin çok iyi olduğu anlaşılmaktadır (Doğaroğlu, 1992). Bu nedenle bal arılarının basit gözlerinin genellikle karanlıkta görev yaptığı sanılmaktadır (Genç & Dodoloğlu, 2003).

–106–

İşitme duyusu

Ses dalgaları havadaki partiküler titreşimler ile yayılım göstermektedirler. Ses frekansı, belli bir sürede saptanan titreşim sayısı olup, canlıların farklı frekanstaki sesleri ayırt edebilme kapasiteleri belirgin farklılıklar göstermektedir. Ancak böcekler genellikle 300/sn devire sahip sesleri ayırt edebilmektedirler (Öber, 2007).

Uzun bir süre bal arıları bilim insanları için sağır varlıklar olarak nitelendirilmiştir. Bu tanım için insanlar kendi işitme duyusunu örnek almışlardır. Ancak günümüzde, arıların insanların algısının ötesine geçen bir ses dünyasında yaşadıkları ve iletişimde kullanmak için çıkardıkları ses sinyallerinin çoğunun insanlar için duyulmaz bir aralıkta olduğu keşfedilmiştir (Anonim, 2023).

Seslerin bal arısı kolonisini oluşturan bireyler arasında en önemli iletişim aracı olarak öne çıkan davranışsal işaretler olduğu ifade edilmektedir (Demirören, 2002). Bu bağlamda bal arılarında duyargalar sesleri işitme özelliğine sahip organları oluşturmaktadır (Geldiay & Geldiay, 1970).

Bal arıları, saniyede 10 ile 1000 Hz’ye aralığında titreşim ve ses frekansı üretmektedir. Şimdiye kadar 500 Hz’ye kadar güçlü ve tiz ses frekansları tespit edilebilmiştir. İletişim için bu aralığın ne kadarının kullanıldığı bilinmemekle birlikte arıların kullanmadıkları hatta algılamadıkları titreşimler ve sesler ürettiği de düşünülmektedir. Bazı araştırmacılar, bu seslerin koloniler hakkında değerli bilgiler sağlayabileceğini düşünmektedir (Anonim, 2023).

En bilinen arı sesi, kanat hareketinden gelen vızıltı olup, arıların kanat çırpma sıklığı ortalama 190 Hz ile 250 Hz arasında değişmektedir. Bal arısı kanadının çırpma hızı dakikada 11.400 kez olup, özellikle deneyimli arıcılar tarafından sesin o andaki duruma, koloniye, ırka ve hatta ekotiplere göre değiştiği çok iyi bilinmektedir (Anonim, 2023).

Kovan dışındaki sesin gücü veya gürültünün bal arılarının performansları üzerinde sınırlı sürede olumsuz etkilerinin olduğu

–107–

bildirilmiştir (Demirören, 2002). Ancak aynı sesin gürültüsünü algılamada, bal arısı türleri, ırkları ve koloniyi oluşturan bireyler arasında farklılıklar olup olmadığı konusunda bilimsel kaynağa rastlanmamıştır.

Nitekim arılıkta çalışırken arıcıdan kaynaklanan sert ve ani hareketler, kovanların sarsılması, kovan açarken veya kapatırken çıkarılan sesler, kovanlar açıldığında arıcının sakin olmaması gibi etmenlerden açığa çıkan ses veya diğer gürültü kaynakları bal arılarında rahatsızlığa neden olmaktadır (Doğaroğlu, 2004).

Kovanın kapağı kaldırıldığı andan itibaren, kovandan ani ve yüksek perdeden bir vızıltı yükselmekte, her şey yolundaysa ses hafiflemekte ve arılar yumuşak bir vızıltı çıkarmaktadırlar. İşler yolunda değilse, kovandaki gerilim hemen hissedilmektedir. Ana arısız bir koloniden çıkan sesin desibel seviyesinin 65’in üstünde olduğu, oğula çıkma öncesinde 300 Hz’e yükseldiği ve arıların huzurlu çalışma frekansının ise 250 Hz olduğu bildirilmiştir (Anonim, 2023).

Yazın aktif arıcılık sezonunda bal arıları seslere ve gürültüye karşı fazla tepki vermediği halde kışın şiddetli ses veya kovanların açılması ve sarsılması arıları çok fazla rahatsız etmektedir. Özellikle kovanların yerinden oynatılması, kış salkımındaki arıların bir kısmının dip tahtasına dökülmesine ve orada üşümeleri nedeniyle salkıma katılamamalarına bile neden olabilmektedir. Bu açıdan, kışlatmanın arıların hiçbir şekilde uyarılmadığı gürültüsüz ve sakin bir ortamda yapılması gerekmektedir (Doğaroğlu, 1995).

Bal arıları davetsiz misafirlere cevap olarak, kısa ve tiz bir ses çıkarmaktadırlar. Bu uyarı sesi tehlike ciddi ise kovandaki tüm arılara yayılmakta, kovandan yaklaşık 500 Hz’de güçlü ve tiz bir ses yükselmektedir. Tehlike geçince koloni sakinleşmekte ve kovandaki işçi arılardan hafif bir bip sesi çıkmaktadır. Bu seslerin bir başka kovandaki arılara dinletildiğinde farklı seslerin benzer tepkileri tetiklediği gözlemlenmiştir (Anonim, 2023).

–108–

Arıların yaydığı titreşimlerin çoğu arıcılar tarafından algılanamamakta sadece bazıları duyulabilmektedir (Anonim, 2023). Bu nedenle ilkbahar ve yaz dönemlerinde yapılacak çalışmalarda kolaylık ve uygunluk sağlamak için kovanların yer değiştirme işlemi, kıştan çıkışta ve arıların henüz uçuşa çıkmadığı dönemde sakin ve gürültüsüz bir şekilde koloniyi sarsmadan ve sağa sola çarpmadan yapılmalıdır (Genç & Dodoloğlu, 2003).

Koklama duyusu

Koku alma mekanizması genel olarak uzaktan algılamayı ve tehlikelerden korunmayı sağlamakta, ayrıca koloni de düzenin oluşmasında önemli rol oynamaktadır. Koku almanın birinci görevi besin, ikinci önemli görevi ise karşı eşeyi bulmaktır (Demirsoy, 1985).

Bal arılarında koku algılama duyusu son derece gelişmiştir (Doğaroğlu, 1992). Bal arıları duyargalarında bulunan özel koku alma organları sayesinde insanların koku alma duyusunun algılayamadığı kokuları algılayabilmektedirler (Geldiay & Geldiay, 1970; Öder, 1985; Öber, 2007). Nitekim işçi arılar balmumu, çiçek, nektar ve diğer kokuları insandan 10-100 kat daha fazla bir duyarlılıkla algılamaktadırlar (Öder, 1985; Güler, 2006).

İşçi arılar, özellikle bir karışım içinde bulunan tek kokuları veya aynı kokuyu değişik oranlarda içeren karışımları birbirlerinden ayırt etmede üstün bir yeteneğe sahiptirler (Öder, 1985).

Bal arılarında koku almada görev yapan bir çift duyarga (anten) bulunmaktadır. Koku alma organı olarak görev yapan bu organ bir anlamda arıların burnu olarak kabul edilmektedir (Güler, 2006). Başın iki yanındaki duyargaların her biri iki çift kas ile baş kısmına bağlı olup, tüm çevreyi kontrol edebilmesi için her yöne hareket etme özelliğine sahiptir (Ćerimagić, 1990; Güler, 2006).

Bal arıları duyarlılıkları çok fazla olan duyargaları aracılığıyla kokunun geldiği yeri tam olarak saptayabilmektedirler (Demirsoy, 1985). Ancak eşsiz duyu algılama özelliğine sahip duyargalar

–109–

çıkarılırsa arılar yaşayamaz hale gelmekte ve ölmektedirler (Ćerimagić, 1990).

Bal Arılarının koku alma cisimcikleri (organları) duyargalarının üzerinde bulunmaktadır (Anonim, 2006). Koku alma yönünden çok hassas olan bal arılarının duyargalarında 5.000’den fazla duyu algılama noktası bulunmaktadır (Korkmaz, 2013). Koku algılama özelliği duyargaların üzerinde bulunan flagellumun ucundaki incecik tüycüklerle kaplı küçük duyu algılama noktaları tarafından sağlanmaktadır (Genç & Dodoloğlu, 2003). Duyargaların uç kısmındaki noktalardan çıkan koklama sinirleri uyarıları beyne iletmektedirler (Doğaroğlu, 1992; Anonim, 2006 ).

Arılar, doğada kısa mesafelerde yönlendirilmelerine yarayan belirli kokuları ayırt edebilmektedirler (Ćerimagić, 1990). Bitkilerin bal arılarını etkilemelerindeki en önemli özelliğin sahip oldukları renk ve yağ asidi bileşenlerinin ihtiva ettikleri koku maddeleri olduğu belirtilmiştir (Güler, 2006).

Bal arılarının duyargaları, bazı kimyasal maddelere karşı oldukça duyarlı olup, çok uzak mesafelerden çiçeklerin veya aromatik maddelerin kokusunu algılayabilecek yapıdadırlar (Güler, 2006).

Yapılan bilimsel gözlemler, bal arılarının duyargaları ile 2 km uzaklıktaki nektar ve balın kokusunu alabildiklerini ortaya koymaktadır (Doğaroğlu, 2004). Ayrıca arıların koku alma mekanizmasıyla kirli hava ve suyun farkına vardıkları da bildirilmiştir (Demirsoy, 1985).

Doğada bitkilerin çoğu tozlaşmayı sağlamak amacıyla böceklerin seveceği kokular çıkarmaktadır (Demirsoy, 1985). Bal arıları da nektar ve polen veren tüm bitki türlerinin çiçeklerini koku yardımıyla tanımaktadırlar. Ayrıca insanların hiçbir koku almadıkları çiçeklerin kokularını da kolayca alabilmektedirler (Frisch, 2014).

Bal arılarında kendine özgü koku çıkarma mekanizması ve onunla ilişkili olarak koloni bireylerinde bazı davranışlar gelişmiştir

–110–

(Demirsoy, 1985). Ana arı feromonları, dölsüz ana arıların çiftleşme uçuşu sırasında çiftleşme feromonu olarak görev yaparlar. Fakat yaşlanan ana arıların feromon üretimleri azalmaktadır (Genç & Dodoloğlu, 2003).

Çiftleşme dönemindeki ana arıların feromonları kovan içindeki erkek arıların ilgisini çekmezken; erkek arıların, açık havada uçarken çiftleşme uçuşuna çıkmış döllenmemiş ana arıların salgıladığı feromon yoğunluğunu araştırarak ana arıyı izlemeleri (Genç & Dodoloğlu, 2003), erkek arıların oldukça gelişmiş koku alma duyusuna sahip olduğunu ve feromonların büyük bir duyarlılıkla algılandığını ortaya koymaktadır (Ćerimagić, 1990; Güler, 2006).

Nitekim tarlacı arıların nektarı alınan çiçeklere uğramaması, kovan bekçiliği yapan arıların yağmacı arıları koklayarak tanımaları bal arılarında koku algılamanın önemini ayrıca ortaya koymaktadır (Genç & Dodoloğlu, 2003).

Bal arılarının renk ayrımı yapmadan aynı bitki türünün değişik renklerdeki çiçeklerine de uçtuğu düşünülecek olursa arıların çiçeklerin renginin yanı sıra kokulara da ilgi duyduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır (Doğaroğlu, 1992).

Nitekim yapılan bir denemede arılar belirli kokudaki şeker şurubu ile beslenmeye alıştırılmış ve değişik kokular içeren çok sayıda şeker şurubu içerisine alışmış oldukları kokuya sahip şeker şurubu konulduğunda başka kokuya sahip şeker şuruplarına ilgi duymadıkları (Doğaroğlu, 1992), alışık oldukları koku ile kokulandırılmış şeker şurubunu diğerlerinden kolaylıkla ayırt edebildikleri saptanmıştır (Genç & Dodoloğlu, 2003).

İşçi arılar bir besin kaynağı bulduklarında, geraniol denen bir madde salgılamakta ve diğer işçi arılar da bu kokuya gelmektedirler. Nitekim bir işçi arı rastlantı olarak kokusuz bir şeker çözeltisine ulaştığında, bu kokuyu çıkararak ve besinin üzerine sürerek, besin kaynağını diğer bireylere haber vermektedir (Demirsoy, 1985).

–111–

Diğer yandan kovanda arıların, yavruların, olgunlaşmamış nektarın, balın ve kovan içerisindeki diğer maddelerin kokularının karışımı ile oluşan bir koku mevcut olup; arılar kovanlarının yerini bulmada bu kokudan yararlanmaktadırlar (Genç & Dodoloğlu, 2003).

Kovanın yerinin tespitinde ana arının salgıladığı feromonların da önemli etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle herhangi bir işçi arı, kendisine ait olmayan bir başka koloni tarafından kabul edilmemekte ve kovana girmesine izin verilmemektedir (Güler, 2006).

Arılar, bal hasadı esnasında alınan bütün önlemlere rağmen, bal süzme odasından gelen balın kokusunu alarak içeri girmeye çalışmaktadırlar. Aynı biçimde parfüm kullanmış olarak arılığa giren bir kişi arılar tarafından hemen fark edilerek rahatsız edilmektedir (Genç & Dodoloğlu, 2003).

Tat duyusu

Bal arılarında tat alma, besin maddesinin tadılmasıyla veya değinilmesiyle alınmaktadır. Tat alma organları, bal arılarının kendisi için çok gerekli olan besinlerin seçilmesini sağlayabilmektedir (Demirsoy, 1985).

Böceklerde tat duygusunun algılanması bacaklarda bulunan kıllarla ile sağlanmaktadır. Bu kıllar ile bitkideki nektar miktarının bile saptanabildiği belirtilmektedir (Öber, 2007). Oysa bal arılarında, tat almada görev yapan bir çift duyarga bulunmaktadır. Duyargalar bir çift geniş sinirle beyine bağlıdır. Duyargaların üzerinde bulunan flagellumun ucundaki 8. segment tat alma organları ile kaplıdır (Güler, 2006).

Diğer literatür bildirişlerine göre arıların tat alma organları bacaklarında, ağıza yakın bölgelerdeki ağız boşluklarında ve hortumlarında bulunmaktadır (Geldiay & Geldiay, 1970; Doğaroğlu, 1992; Anonim, 1993).

Tat duyusu besinlerin niteliğinin ortaya çıkarılmasında ve kabul edilebilirliğinde rol oynamaktadır (Aktümsek & Ünsal & Kalyoncu,

–112–

2009). Ayrıca bal arılarının beslenme davranışlarının motivasyonuna ve düzenlenmesine yardımcı olmaktadır. Bu bağlamda bal arılarının hangi karbonhidrat ve protein kaynaklarını toplayacağına, tüketeceğine ve hangilerinden kaçınacağına yardımcı olmaktadır (Demirören, 2002).

Bal arıları için önemli olan tat, tatlılık duygusudur (Doğaroğlu, 1992). Yapılan araştırmalar arıların insanlar için şeker tadı veren maddelerin sadece birkaçına ilgi duyduklarını ortaya koymaktadır (Genç & Dodoloğlu, 2003).

Bal arıları, genel olarak dengeli orandaki sakaroz, glikoz ve fruktoz içeren nektarları ve nektarındaki şeker oranı % 14’ün üzerinde olan bitkileri tercih etmektedirler. (Doğaroğlu, 1992; Artık, 2004). Ayrıca belirli türdeki çiçeklerden nektar toplayan bal arıları genelde diğer bitki türlerinin çiçeklerindeki nektarları toplamamaktadırlar (Artık, 2004).

Arıların tatlı olarak algıladıkları maddeler sakaroz, glikoz, fruktoz, alfa-metil glikozit, maltoz, trehaloz, melezitoz, fukoz ve inozite’dir (Doğaroğlu, 1992). Bu şekerlerden fukoz ve inozite’nin tatlılık derecesi diğerlerinden daha azdır (Genç & Dodoloğlu, 2003). Bal arıları tatsız olan şekerlerden arabinoz, ksiloz, galaktoz, sellobiyoz, raffinoz, mannitol ve sorbitolu da tüketmektedirler (Doğaroğlu, 2004).

İnsan için belirli bir tada sahip olan sirke, soda ve kinin gibi bazı maddelerin arılar için tatsız olduğu, ayrıca bal arılarının acıya karşı duyarlılıklarının ise yok denecek kadar az olduğu bildirilmiştir (Demirsoy, 1985).

Yapılan denemeler sonucunda bal arılarının ramnoz, fukoz, mannoz, rerboz, laktoz, malibioz, dulsitol, inositol ve eritritol gibi şekerleri kesinlikle tüketmedikleri belirlenmiştir (Doğaroğlu, 2004). Bunlardan bazıları arılar için toksik özelliğe sahip olup, bazıları da arıların ömrünü azaltıcı etkiye sahiptir (Genç & Dodoloğlu, 2003).

Bunların dışındaki şekerler ve insanda tatlılık duygusu oluşturan sakkarin, sukraloz, aspartam ve asesülfam-K gibi kimyasal

–113–

maddelerin bal arıları üzerinde herhangi bir tatlılık duygusu oluşturmadığı ve yapay tatlandırıcıların hiç birine ilgi duymadıkları tespit edilmiştir (Doğaroğlu, 1992; Vesković, 2000).

Dokunma duyusu

Omurgasız hayvanlarda vücudun değişik yerlerine dağılmış olan dokunma duyusu için özelleşmiş duyarga, kıl, ve tüy gibi yapılar bulunmaktadır (Aktümsek & Ünsal & Kalyoncu, 2009). Ancak bal arılarının baş kısmında bulunan bir çift duyarganın aynı zamanda dokunma ve hissetme organı olarak da kullanıldığı belirtilmiştir (Geldiay & Geldiay, 1970; Anonim, 1993).

Sonuç

Bal arılarının duyusal etkinlikleri vücudundaki belirli bölgelere dış uyarıların etkisi ile meydana gelmektedir. Ancak duyu organlarının farklı duyarlılıkta olması nedeniyle her bir arının duyusal uyarıcıya verdiği yanıt değişim gösterebilmekte ve buna bağlı olarak tepkisi de farklı olabilmektedir.

Basit bir organizmaya sahip olan ve toplumsal yaşam eğilimli bir böcek olan bal arısının duyusal özellikleri bakımından gelişmiş organizmalarla karşılaştırılması doğru bir yaklaşım olarak kabul edilmemelidir.

Bal arılarında gözlenen birbirinden oldukça farklı davranışlar ve yaşamsal etkinlikler doğal olarak kendisi dışında gelişen koşullar ve duyusal özelliklere bağlı olarak değişim göstermekte, bireysel eğilimlerden çok koloni eğilimi ve beklentileri doğrultusunda şekillenmektedir.

Bal arısı kolonilerinin başarılı ve kazançlı arıcılık faaliyeti ile birbirinden değerli arı ürünlerinin elde edilmesi gibi amaçlar çerçevesinde doğru olarak değerlendirilebilmesi için duyusal özelliklerin, bal arılarının kovan içi ve dışındaki faaliyetlerine olan etkilerinin arıcılar tarafından çok iyi bilinmesi gerekmektedir.

Çünkü toplumsal olarak yaşamını sürdüren arılardaki duyusal özelliklerin yaşamı üzerine olan etkisi aynı zamanda arı ailesinin

–114–

geleceğinin devamını sağlama, bir anlamda garantiye alma prensibi üzerine kuruludur. Bu konuda belki de hiçbir canlı türünde görülmeyecek düzeyde bir hassasiyet söz konusudur.

Duyusal özellikler sonucu açığa çıkan tepkiler, doğal olarak bazı yaşamsal etkinliklerin gerçekleştirildiği döneme göre de farklılıklar gösterebilmektedir. Koloni yaşamında görülen birçok yaşamsal olay da zaten bunu kanıtlar niteliktedir.

Bu nedenle üzerinde durulan duyusal özellikler değerlendirildiğinde bal arılarının iç ve dış uyarıcılara oldukça mekanik bir yanıt verdiği, düşünme yeteneği olmadığı ve bütün davranışlarının yumurtanın döllendiği andan itibaren yapısında genetik olarak programlandığını söylemek doğru bir yaklaşım olacaktır.

–115–

Kaynaklar

Aktümsek, A., Ünsal, S. & Kalyoncu, L. (2009). Genel

Zooloji Ders Kitabı. Nobel Yayın No 289. 325 sayfa. Ankara.

Anonim, (1993). Bal arısı. Yeni Rehber Ansiklopedisi. Cilt 1,

sayfa 251-256. Türkiye Gazetesi Yayınevi. İstanbul.

Anonim, (2006). Canlılar konuşmadan nasıl haberleşirler?

İlmi Mercek. Global Yayıncılık. Sayı 26, sayfa 14-17. İstanbul.

Anonim, (2023). Kovanın sesi, huzurun sesi. Erişim tarihi

18.07.2023. http://carik.org.tr/kovanin-sesi-huzurun-sesi/

Artık, N. (2004). Bitkilerin bal potansiyeli ve balın bileşimi.

Teknik arıcılık. Sayı 86, sayfa 21–24. Kazan/ Ankara.

Ćerimagić, H. (1990). Pčelarstvo (deveto, dopunjeno

izdanje). NIP Zadrugar. 170 sayfa. Sarajevo.

Demirören, E. (2002). Hayvan Davranışları. Ege Üniv.

Ziraat Fakültesi Yayın No 547. 278 sayfa. Bornova-İzmir.

Demirsoy, A. (1985). Yaşamın Temel Kuramları. Hacettepe

Üniversitesi Yayınları: A/53. Cilt I / Kısım II. 554 sayfa. Ankara.

Doğaroğlu, M. (1992). Arıcılık Ders Notları (3. Basım).

Trakya Üniv. Tekirdağ Zir. Fak. Ders Notu 36, Yayın No 42. 224

sayfa. Tekirdağ.

Doğaroğlu, M. (1995). Doktora Ders Notları (Basılmamış).

Trakya Üniv. Fen Bilimleri Enst. Tekirdağ.

Doğaroğlu, M. (2004). Modern Arıcılık Teknikleri. Doğa

Arıcılık Tic. 295 sayfa. Tekirdağ.

Ecevit, O., Akyazı, F. & Akyazı, R. (2012). Böceklerde

(Hexapoda: Arthropoda) Morfoloji, Fizyoloji ve Gelişim. Nobel

Yayınevi. 513 sayfa. Ankara.

Frisch, K. V. (2014). The dance language and orientation of

bees. Harvard University Press. 566 pages. Cambridge,

Massachusetts.

–116–

Geldiay, R. & Geldiay, S. (1970). Genel Zooloji. Bornova

Birlik Matbaası. 432 sayfa. İzmir.

Genç, F. & Dodoloğlu, A. (2003). Arıcılığın Temel Esasları.

Atatürk Üniversitesi Yayın No 931. Zir. Fak. Yay. No 341. Ders

Kitapları Seri No 88. 338 sayfa. Erzurum.

Üniversitesi Genel Yayın No 6, Ders Kitabı No 3. 354 sayfa.

Tekirdağ.

View publication stats

Güler, A. (2006). Bal Arısı (Apis Mellifera). Ondokuz Mayıs

Üniv. Zir. Fak. Ders Kitabı No 55. Samsun. 574 sayfa.

Gençtan, T. (2012). Tarımsal Ekoloji. Namık Kemal

Korkmaz, A. (2013). Anlaşılabilir Arıcılık. Samsun Gıda

Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü yayını. 330 sayfa. Samsun.

Öber, A. (2007). Hayvan Davranışları (Temel Ögeler).

Nobel Yayınevi. 149 sayfa. Ankara.

Öder, E. (1985). Bal arılarında kimyasal haberleşme ve

önemi. Ziraat Üstüne Söyleşiler. Editör: Reşit Sönmez. Sayfa 148-

157. İzmir.

Özet, M. & Arpacı, O. (2001). Duyu organları. Biyoloji 2.

Zambak Yayınları. Sayfa 86. İzmir.

Sıralı, R. (1999). Arıcılık uğraşısında etkili çevresel

koşulların analizi. Teknik Arıcılık. Sayı 63, sayfa 18–26.

Kazan/Ankara.

Tanyolaç, J. & Tanyolaç, T. (1992). Genel Zooloji. Hatiboğlu

Yayınları No 17. 426 sayfa. Ankara.

Todorović, V. & Todorović, D. (2017). Praktično

pčelarstvo. Proizvođač Algoritam, Sayfa 51–52. Beograd.

Vesković, B. (2000). Praktično pčelarstvo sa radovima po

mesecima. Privredni Pregled. 420 sayfa. Beograd.

tarihinde yayınlandı

BAL

BAL SAĞLIĞIMIZ İÇİN ZARARLI MIDIR?

İnsanların M.Ö. 6000 yılından beri bal yediği bilinmektedir. Günümüzde sayısı artan insanları beslemek için karbonhidrat ağırlıklı yiyecekler artmıştır. Artan şeker hastalığı, şişmanlık gibi kronik hastalıklarda bu beslenme alışkanlığı sorumlu tutulmaktadır. Bazı bilim adamlarınca bal da temelde bir karbonhidrat olarak aynı yere konulmaktadır. Beslenmemizi ne zaman sorgulasak; “Atalarımız nasıl besleniyordu?” sorusu aklımıza gelir. Dünyada bizden önce bal arıları vardı. 300 milyon yıllık bir geçmişleri vardır. İnsanlar balı yaklaşık 8000 yıldır yemektedir. Bugün karşı çıktığımız karbonhidrat ile balı karıştırmamak gerekir. Beslenmemizde yer verdiğimiz karbonhidrat bal olmalıdır. Bunun yanında diğer karbonhidratlar en az düzeye indirilmelidir.

ŞEKER HASTALARI BAL YİYEBİLİR Mİ?

Balın glisemik endeksi diğer karbonhidratlardan daha düşüktür. Şeker hastaları karbonhidrat yiyecekse kararında bal tercih edebilir {Al-Waili, 2013 #25}. Diğer karbonhidratlara göre kan şekerini daha az yükseltir. Şeker hastalarında insülin salınımını artırır. Buna rağmen şeker hastaları fazla miktarda bal yerse; kan glukoz düzeyi yükselir. Kararında, az miktarda; diğer karbonhidratlar azaltılarak yenilebilir.

HANGİ BAL DAHA KALİTELİDİR?

Balların kıymeti içerdiği antioksidan madde(fenolik bileşikler) miktarlarıyla ölçülmektedir. Bal arıları bu antioksidan maddeleri çevresindeki bitkilerden getirir. Yaşadığımız topraklar bitki örtüsü açısından çok zengindir. Anadolu’da yaklaşık 11000 tür bitki yaşamaktadır. 3000 türü endemiktir. Bunların çoğuyla bal arıları temas halindedir. Bu zenginlik ballarımıza da gelmektedir. Apiterapide balların kalitesi özellikle anti oksidan kapasitesine göre belirlenmektedir. Balda sağlık için fayda gösteren pek çok madde vardır. Sadece anti oksidan miktarlarına bakarak, değer biçmek doğru değildir. Bitkilerden ve çevreden pek çok şifa kaynağı madde gelmektedir. Bilindiği gibi C vitamini anti oksidan olarak kıymetlidir. Ancak eczanelerde yüzlerce ilaç arasında bir de C vitamini vardır. Diğer ilaçlardan daha kıymetli olduğunu söyleyemeyiz. Ballar için de aynı şekilde düşünebiliriz. Sadece anti oksidan miktarıyla balın sağlık değerinden söz etmemiz doğru değildir. Farklı coğrafi bölgelerimizden elde edilen balların hepsi kıymetlidir. Üzerinde çok yönlü düşünerek klinik araştırmaların yapılması balın değerini belirleyecektir. Faklı ihtiyaç alanlarında farklı ballar ön plana çıkacaktır. Bitkideki faydalar ballara geçmektedir. Balların fiyatları arz talep, markayla da oldukça ilgilidir. Az üretilen balın fiyatı; talebe bağlı olarak artar. Sağlık için faydasını fiyatıyla bire bir kıyaslayamayız. Söylediklerimizin hepsi gerçek ballar içindir. Bal aromalı reçeller, şeker balları, diğer tahşişler bal olarak adlandırılamaz.

BAL CİLT MASKESİ OLARAK KULLANILIR MI?

Bal cilt bakımı için direkt cilde sürülebilir. Cildi nemlendirici ve onarıcı etkisi vardır. Kozmetikte krem, losyon, şampuan gibi ürünlere katılır.{Burlando, 2013 #132}.

BAL YARALARA İYİ GELİR Mİ?

Bal yanık yaraları, kesi yaraları, derinin iltihaplı yaralarında tedavi için deriye sürülerek kullanılmaktadır{Paunica-Panea, 2023 #166}.

Balın yara iyileşmesi üzerindeki genel etkileri;

  1. Yaranın daha hızlı küçülmesini sağlar.
  2. Granülasyon dokusunun oluşumunu destekler.
  3. Yaraların epitelizasyonunu destekler.
  4. Doku büyümesini ve kolajen sentezini uyarır.
  5. Yara yatağında yeni kan damarlarının gelişimini uyarır.
  6. Ameliyat sonrası iz oluşumunu azaltır.
  7. Ödemi azaltır.
  8. İnflamasyonu azaltır.
  9. Yaraların kokusunu giderir.
  10. Nemli yara iyileşmesini destekler.
  11. Debridmanı kolaylaştırır.
  12. Ağrıyı azaltır{Al-Waili, 2011 #227}.

Antibiyotiklerin mikroplar üzerindeki etkinliğini artırır{McLoone, 2020 #103}. Deri yaralarında sürülmesi antibiyotik tedavisindeki başarıyı artırır.

BAL ÖKSÜRÜĞE İYİ GELİR Mİ?

Bal ve arı sütü karışımı daha güçlü antibakteriyel etki gösterir {Boukraâ, 2008 #332}. Üst solunum yolu enfeksiyonlarında yenilmesi fayda sağlamaktadır. Çocuklarda öksürüğü azaltır {Abuelgasim, 2021 #365}.

BAL MİDE İÇİN FAYDALI MIDIR?

Gastrit, mide ülseri tedavisine katkı sağlar. Yangı giderici etkisi vardır {Fazalda, 2018 #391}. Helicobacter pylori mide, duodenum ülserine ve kronik gastrite neden olan bir bakteridir. Tedavide antibiyotik ve antiasit ilaçlar kullanılır. Bal bu tedaviye büyük katkı sağlar. {Adam, 2020 #390}. Ballar prebiyotik olarak değerlidir. İçerdiği eser elementler, mineraller, fenolik bileşikler, aminoasitler balı sağlık için faydalı yapar.

BAL İSHALE İYİ GELİR Mİ?

İshalde suyla karıştırılarak içilebilir. Propolis ve arı sütüyle karıştırılması bu hastalıklarda etkinliğini artırır. Bir yaşından önce botulizm riskinden dolayı yenilmez.

BAL İNSANI ZEHİRLER Mİ?

Kuzey Anadolu’da yetişen Rhododendron ponticum(komar, orman gülü), Rhododendron luteum(zifin) bitkilerinden gelen bal “deli bal” olarak bilinir. Bir kaşık yenildiğinde bile tansiyon düşüklüğü, nabız zayıflığı yapar. Bu balın gıda olarak yenilmemesi gerekir. Uygun hastalıklarda dikkatli yenilebilir. Çocuklara verilmemelidir. Bu bitkilerin çiçek açtığı dönemde elde edilen balın ayrı süzülmesi uygundur. Deli bal olarak satılırsa arıcıya kazancı daha iyi olur. Diğer bitkilerden gelen ballarla karıştıktan sonra hasat edilmişse; mutlaka bilgi verilmesi gerekir. Yani çok az miktarda yenilmesi tembihlenir.

Yeni Zelanda’da üretilen manuka balı dünyada marka olmuştur. Tedavideki faydalarıyla ilgili çok sayıda bilimsel makale yayınlanmıştır. Bizim ballarımız için de daha fazla bilimsel yayın yapılması ve dünyaya tanıtılması gerekir. Karaçalı balı anti mikrobiyal değerinin, manuka balından üstün olduğunu gösteren çalışma vardır{Kara, 2019}.

Al-Waili, N., et al. (2013). “Honey and Cardiovascular Risk Factors, in Normal Individuals and in Patients with Diabetes Mellitus or Dyslipidemia.” Journal of Medicinal Food 16(12): 1063-1078.

McLoone, P., et al. (2020). “Honey Combination Therapies for Skin and Wound Infections: A Systematic Review of the Literature.” Clinical Cosmetic and Investigational Dermatology 13: 875-888.

Burlando, B. and L. Cornara (2013). “Honey in dermatology and skin care: a review.” Journal of Cosmetic Dermatology 12(4): 306-313.

Paunica-Panea, G., et al. (2023). “Chronic wound management; surgical therapy and complementary nursing with Manuka honey.” Journal of Mind and Medical Sciences 10(1): 139-147.

Al-Waili, N. S., et al. (2011). “Honey for Wound Healing, Ulcers, and Burns; Data Supporting Its Use in Clinical Practice.” Thescientificworldjournal 11: 766-787.

McLoone, P., et al. (2020). “Honey Combination Therapies for Skin and Wound Infections: A Systematic Review of the Literature.” Clinical Cosmetic and Investigational Dermatology 13: 875-888.

Boukraâ, L., et al. (2008). “Additive action of royal jelly and honey against.” Journal of Medicinal Food 11(1): 190-192.

Abuelgasim, H., et al. (2021). “Effectiveness of honey for symptomatic relief in upper respiratory tract infections: a systematic review and meta-analysis.” Bmj Evidence-Based Medicine 26(2): 57-64.

Fazalda, A., et al. (2018). “Antiulcer Effect of Honey in Nonsteroidal Anti-Inflammatory Drugs Induced Gastric Ulcer Model in Rats: A Systematic Review.” Evidence-Based Complementary and Alternative Medicine 2018.

Adam, Q., et al. (2020). “Study of Anti-Activity of Honey: A Systematic Review.” Sains Malaysiana 49(2): 411-420.

Kara, Y., et al.(2019).“Karaçalı(Palius spina-christi Mill.) balının karakteristik özellikleri “ Uludağ arıcılık dergisi 2019

 

tarihinde yayınlandı

ERKEK ARI LARVASI(APİLARNİL)

Ülkemizde Romanya’nın bir ticari markası olan “apilarnil” adıyla tanınmaktadır. Ancak Türkçemize uygun olarak; “erkek arı larvası” dememiz daha iyi olur. Apilarnil(Romanya), ApiDhron(Kanada), Apistimul(Ukrayna), Femoklim(Slovenya) gibi ticari isimlerle patentlenmiş ürünler vardır.

Arı kolonisi, ilkbaharda üreme iç güdüsüyle erkek arıları çok miktarda üretir. Arıcının erkek arı larvasının fazlasını alması koloniye hiçbir zarar vermez. Hatta varroa mücadelesinde katkı sağlar. Kitabın diğer bölümünde üretimi anlatılmıştır. İşçi arı larvası da insan beslenmesi için oldukça faydalıdır. Ancak üretim sürecinde işçi, yani dişi arı; kovanın bel kemiğidir. Arıcı bu larvalara kıyarsa; diğer arı ürünlerini elde edemez.

Erkek arı larvası son derece besin değeri yüksek bir üründür{MĂRGĂOAN, 2017 #144}. Estrojen ve prolaktin hormonları yüksek orandadır. Testosteron daha düşük miktarda içerir (testosteron: 0.31 nmol/100g, progesteron: 51.32 nmol/100g, prolactin: 410 nmol/100 g, and estradiol: 677.6 nmol/100 g). Larva büyüdükçe testosteron oranı artar; estrojen ve plolaktin oranı düşer. 7 günlük erkek arı larvasındaki testosteron hormonu, arı sütündekinin 4 katıdır.

 

Beslenme bozukluklarında, erkeklerin kısırlığında, iktidarsızlığında faydalıdır{Sidor, 2020 #143}. İçerdiği esansiyel aminoasitler, vitamin ve mineraller insan sağlığı için çok önemlidir. Larvanın su oranı yüksek olduğu için soğuk zincire dikkat edilmelidir. Kovandan alındıktan sonra hemen dondurulmaları gerekir. −2 ◦C de 6 gün; −18 ◦C de 10 ay dayanır.

Soğukta buharlaştırmayla(liyofilizasyon) su uzaklaştırılıp daha güvenle insanlara ulaştırılabilir. Memleketimizde halen liyofilizasyon biraz pahalı bir yöntemdir. Adsorbsiyon yöntemiyle; glukoz, laktoz adsorbanları, L- askorbik asit(50mg/kg) eklenerek nem %4’e düşürülüp 4-8 ◦C de 2-3 yıl saklanabilir. Bal içerisine %1-2 oranında katılarak oda sıcaklığında 6 ay saklanabilir. Bala daha yüksek oranda katılırsa(%3-5 oranında) 6-12 ◦C de(buzdolabında) 6 ay bozulmadan saklanabilir. Ekstraksiyon yöntemiyle; %40-70’lik etil alkolde özütlenebilir.

MĂRGĂOAN, R., et al. (2017). “Comparative Study on Quality Parameters of Royal Jelly, Apilarnil and Queen Bee Larvae Triturate.” Bulletin of the University of Agricultural Sciences & Veterinary Medicine Cluj-Napoca. Animal Science & Biotechnologies 74(1).

Sidor, E. and M. Dżugan (2020). “Drone Brood Homogenate as Natural Remedy for Treating Health Care Problem: A Scientific and Practical Approach.” Molecules 25(23).

 

 

 

 

tarihinde yayınlandı

ARI ZEHRİ

Arı zehrinin ülkemizde, sağlık bakanlığınca tarifi henüz yapılmadı. Üzerinde çalışmalar devam etmektedir. Vücudumuzdaki akupunktur noktaları canlı arıya sokturularak uyarılır. Diğer bir yöntem flakon halindeki arı zehri, iğneyle enjekte edilerek vücuttaki akupunktur noktaları uyarılır. Bal arısı soktuktan sonra iğnesini deride bırakmaktadır. İğnesi üç yapıdan oluşur. İğnede ok gibi çıkıntılar vardır. Bal arısı soktuktan sonra iğnesini deriden çıkaramaz. İğneyle bitişik olan zehir kesesi sindirim sistemine bağlıdır. İğne geri çıkmayınca sindirim sistemi hasar görür. Sindirim sistemi zarar gördüğü için arı mevsime bağlı olarak; ancak 2 gün yaşayabilir. Apiterapide sadece işçi bal arılarının zehrinden faydalanıyoruz. Çok sayıda zehirli yabani arı vardır. Zehir bileşimleri ve etkileri farklıdır. Bal arılarının bu işlem sonrası ölmesi hayvan severler tarafından eleştirilmektedir. Arıcı için arılarının yaşaması, koloninin devamlılığı en önemli unsurdur. Ancak henüz enjeksiyon formunda arı zehri ülkemizde yoktur. Kovan içine ya da önüne konulan düşük voltajlı elektrik akımı üreten düzeneklerle ham arı zehri elde edebiliyoruz. Bu yöntemle arılar da ölmüyor. Ancak flakon haline getirilmesi ve sağlık bakanlığınca ruhsatlandırılması gerekmektedir. Canlı arıya sokturmanın üstün tarafı; zehir taze bir şekilde tüm bileşenleriyle deriden girmektedir. Zehirde bulunan kimyasallar hepsi bir arada daha etkin olmaktadır. Uygun teknikle yaz ve kış mevsiminde canlı arı sağlayabiliriz. Olumsuz tarafı ise arı ölmektedir. Flakon halindeki enjeksiyon formu standart hale getirilmiştir. İçindeki bazı maddeler ayrıştırılabilir. Arı ölmez. İnsanların bu teknikte arı sesinden korkması söz konusu değildir. Üretim sürecinde istemeden bazı maddeleri kaybetmiş olabiliriz.

Arı zehri akupunktur noktasını uyararak vücutta etkinlik gösterir. Akupunkturda bu noktaları farklı tekniklerle uyarmak mümkündür. İğne, ısı, elektrik akımı, enjeksiyon, aromatik yağların sürülmesi gibi özel teknikler vardır. Arı zehri bunlardan daha fazla etki gösterir.

Diğer bir etki mekanizması arı zehrinin vücuda girdikten sonra yaptığı; iltihap giderici(anti enflamasyon) etkidir. Apipunktur dediğimiz bu yöntemi yapan kişinin iyi akupunktur bilmesi gerekir.

Bu etki mekanizmalarının dışında, hormezis kavramının düşünülmesi gerekir. Arı zehri kendisi romatizma belirtileri gibi durumlar yapmaktadır. Yani şişlik, kızarıklık, ağrı, eklem hareketinde sınırlama gibi. Düşük dozda verildiğinde vücudun bağışıklık sistemi bu belirtileri sınırlar. Vücudun kontrol dışına çıkmış enflamasyon davranışı geriler.

Arı zehrinde bulunan melittin tüm klinik öncesi çalışmalarda incelenmiştir. Arı zehri kas iskelet sistemi hastalıklarının tedavisinde faydalıdır. Omuz, bel, sırt, diz ağrılarıyla seyreden hastalıkların tedavisinde etkindir{Sung, 2021 #79}. Romatoid artrit ve osteoartrit tedavisinde faydalıdır{Lee, 2005 #993}.

ARI ZEHRİ ROMATİZMAL HASTALIKLARDA FAYDALI MIDIR?

Romatoid artrit(RA), çoğu hastada ilerleyici eklem yıkımı, deformite, sakatlık ve erken ölüm ile karakterize; etiyolojisi bilinmeyen otoimmün bir hastalıktır. RA için mevcut tedavi yöntemleri; ilaçlar, cerrahi müdahale, rehabilitasyon ve fizik tedavidir. NSAI(nonsteroid anti enflamatuar ilaç)’lar, kortikosteroidler, anti-romatizmal ilaçlar ve immünsüpresif ajanlar; depresyon, peptik ülser, intestinal hemoraji, karaciğer fonksiyon bozukluğu ve böbrek bozuklukları gibi ciddi yan etkilere neden olabilir.

Yapılan klinik çalışmalarda; BVA(Bee Venom Akupunktur) tedavisi sonrası hastalarda hassas eklem sayısı, şişmiş eklem sayısı ve sabah tutukluğu süresi; BVA tedavisi öncesine göre önemli ölçüde daha düşük bulunmuştur.

Osteoartrit, subkondral kemiğin proliferasyonu ve yeniden şekillenmesi ile birlikte eklem kıkırdağının dejenerasyonu ile karakterizedir. Diz artritinde ilaç tedavisi, dinlenme, egzersiz ve fizik tedavi gibi konservatif yöntemler; artroskopik cerrahi ve total diz artroplastisi gibi cerrahi yöntemleri kullanır.

ARI ZEHRİ TEDAVİSİ NASIL YAPILIR?

Arı zehri genellikle haftada iki kez olmak üzere en az 12 seans uygulanır. Ancak farklı uygulama teknikleri de vardır. Rusya’da bu tedaviyi, her gün arı sayısını artırarak yapmaktadırlar.

Parkinson hastalarının tedavisinde apipunktur yöntemi fayda sağlamaktadır{Park, 2018 #312}. Multipl skleroz, ALS(amyotrofik lateral skleroz), lyme hastalığında arı zehrinin faydalı olabileceğini gösteren klinik öncesi çalışmalar vardır.

ARI ZEHRİ ZARARLI MIDIR?

Arı zehriyle ilgili daha çok klinik çalışmanın yapılması gerekir. Güveni ve faydası insanlar üzerinde bilimsel çalışmalarla gösterildikçe uygulanması artacaktır. Alerji riski nedeniyle arı zehrinin uygun ortamda; apiterapi sertifikalı doktor tarafından yapılması gerekir. On binde 2-3 oranında son derece ciddi alerji(anaflaksi) riski vardır. Bu durumda solunum yolları kapanmaktadır. Sistemik alerji dediğimiz daha az şiddetteki alerjiler daha sık görülür. Hastane ortamının tercih edilmesi gerekir. Hastalığın süresi uzunsa bu tedavi de uzun sürmektedir.

Sung, S. H. and G. Lee (2021). “Bee Venom Acupuncture Effects on Pain and Its Mechanisms: An Updated Review.” Toxins 13(9).

Lee, J. D., et al. (2005). “An overview of bee venom acupuncture in the treatment of arthritis.” Evidence-Based Complementary and Alternative Medicine 2(1): 79-84.

Park, S. U., et al. (2018). “Efficacy of combined treatment with acupunture and bee venom acupuncture for Parkinson’s disease: Double blind randomized controlled trial.” Movement Disorders 33: S165-S165.

 

tarihinde yayınlandı

ARI SÜTÜ VE KARACİĞER YAĞLANMASI

ARI SÜTÜ KARACİĞER YAĞLANMASI VE DİSBİYOZİSTE FAYDALI MIDIR?

Karaciğer yağlanması son yıllarda sık görülmektedir. Disbiyozis barsaklarda zararlı bakterilerin çoğalmasıyla oluşur. Sağlıklı insanların barsaklarında faydalı bakteriler yaşar. Paketlenmiş gıdalar, gereksiz antibiyotik kullanılması, yaşam tarzı barsakların mikrobik durumunu değiştirir. Vücuda zarar veren gıdalar barsaklardan emilir. Fareler üzerinde yapılan bir çalışmada arı sütü karaciğer yağlanmasını düzetlmektedir. Barsaklardaki enflamasyona engel olup; disbiyozisi düzeltmektedir. Bu konuda insanlar üzerinde yapılacak bilimsel çalışmalara ihtiyaç vardır. Dr. Dursun Ünal

Kobayashi, G., et al. (2023). “Effects of Royal Jelly on Gut Dysbiosis and NAFLD in Mice.” Nutrients 15(11).

Royal jelly (RJ) is a naturally occurring substance synthesized by honeybees and has various health benefits. Herein, we focused on the medium-chain fatty acids (MCFAs) unique to RJ and evaluated their therapeutic efficacy in treating non-alcoholic fatty liver disease (NAFLD). We examined db/m mice that were exclusively fed a normal diet, db/db mice exclusively fed a normal diet, and db/db mice fed varying RJ quantities (0.2, 1, and 5%). RJ improved NAFLD activity scores and decreased gene expression related to fatty acid metabolism, fibrosis, and inflammation in the liver. RJ regulated innate immunity-related inflammatory responses in the small intestine and decreased the expression of genes associated with inflammation and nutrient absorption transporters. RJ increased the number of operational taxonomic units, the abundance of Bacteroides, and seven taxa, including bacteria that produce short-chain fatty acids. RJ increased the concentrations of RJ-related MCFAs (10-hidroxy-2-decenoic acid, 10-hydroxydecanoic acid, 2-decenedioic acid, and sebacic acid) in the serum and liver. These RJ-related MCFAs decreased saturated fatty acid deposition in HepG2 cells and decreased the gene expression associated with fibrosis and fatty acid metabolism. RJ and RJ-related MCFAs improved dysbiosis and regulated the expression of inflammation-, fibrosis-, and nutrient absorption transporter-related genes, thereby preventing NAFLD.

tarihinde yayınlandı

ARI SÜTÜ VE KANSER

ARI SÜTÜ KANSER HASTALARINA FAYDA SAĞLAR MI?

İleri evre böbrek kanserinde akıllı ilaç(hedefe yönelik moleküler tedavi) kullanılırken arı sütü verilen hastalarda tedavi daha etkin; yan etkiler daha az görülmüştür. Arı sütünün faydalı olduğu tespit edilmiştir. Ancak daha fazla sayıda hasta üzerinde çalışmalara ihtiyaç vardır. Dr. Dursun Ünal

Miyata, Y., et al. (2020). “Oral intake of royal jelly improves anti-cancer effects and suppresses adverse events of molecular targeted therapy by regulating TNF-alpha and TGF-beta in renal cell carcinoma: A preliminary study based on a randomized double-blind clinical trial.” Molecular and Clinical Oncology 13(4).

Molecular targeted therapies are commonly used in patients with metastatic renal cell carcinoma (RCC). However, the efficacy and safety of these therapeutic interventions require enhancement to improve prognosis in these patients. Royal jelly (RJ) has anti-cancer effects and adverse events across a variety of types of malignancy. The present study investigated the detailed mechanism underlying the effects of oral administration of RJ in patients with advanced RCC that were treated with molecular targeted agents in a randomized clinical trial. The study cohort comprised 16 patients treated with RJ and 17 patients treated with a placebo. Serum levels of tumor necrosis factor (TNF)-alpha and transforming growth factor (TGF)-beta were measured using enzyme-linked immunosorbent assays. The results of the present study demonstrated a larger decrease in tumor size upon supplementing patients with RJ following molecular targeted therapy compared with that in patients administered with the placebo. Patients exhibited reduced anorexia and fatigue in the RJ group compared with the placebo group. The relative dose intensity for patients in the RJ group was higher than that in patients in the placebo group. Post- and pre-treatment ratios of the serum levels of TNF-alpha and TGF-beta in patients in the RJ group were lower than those in patients in the placebo group, and these ratios correlated with decreasing tumor size and frequency of anorexia or fatigue in patients. In conclusion, the results of the present study indicated that oral intake of RJ improved the efficacy and safety of molecular targeted therapy in patients with RCC and changed the levels of TNF-alpha and TGF-beta in the serum of patients, which is speculated to serve an important role in RJ-induced biological activities.

tarihinde yayınlandı

BAL VE ŞEKER HASTALIĞI

ŞEKER hastaları BAL yiyebilir mi?

Balın glisemik endeksi diğer karbonhidratlardan daha düşüktür. Şeker hastalarında bal yenildikten sonra kandaki glukoz düzeyi; ekmek, reçel, tatlı yenildiği durumlardan daha az yükselir. Bal şeker hastalarında insülin salınımını artırır. Şeker hastaları diğer karbonhidratları(ekmek, pirinç, börek, pilav, şeker vb.) azaltarak az miktarda bal yiyebilir. Çok yerse kan şekeri yükselir. Paylaştığımız bilimsel çalışma bu konuyu anlatmaktadır. Balın içerdiği enzimler, anti oksidan bileşikler bu faydayı sağlar. Dr Dursun Ünal

Al-Waili, N., et al. (2013). “Honey and Cardiovascular Risk Factors, in Normal Individuals and in Patients with Diabetes Mellitus or Dyslipidemia.” Journal of Medicinal Food 16(12): 1063-1078.

Diabetes mellitus, hypercholesteremia, hypertension (HTN), and obesity are well-known risk factors for cardiovascular diseases (CVD). Various medications are currently in use for management of these comorbidities. Undesirable side effects are unavoidable and the ultimate and ideal goal is hardly achieved. Honey and other bee products are widely used in traditional medicine for management of many diseases. Others and the authors have found potent biological activities of these products. Honey is now reintroduced in modern medicine as part of wound and burn management. Honey has antioxidant, anti-inflammatory, and antimicrobial activities. More studies are exploring other aspects of honey activity such as its effect on blood sugar, body weight, lipid profile, C-reactive protein, nitric oxide, proinflammatory prostaglandins, and homocysteine. Growing evidence and scientific data support the use of honey in patients with diabetes, HTN, dyslipidemia, obesity, and CVD. This review discusses clinical and preclinical studies on potential influence of honey on diabetes mellitus and cardiovascular risk factors, and emphasizes the importance of conducting more clinical and controlled studies.

 

 

tarihinde yayınlandı

BAL MASKESİ

BAL CİLT bakımında kullanılabilir mi?

 

Cilde direk sürülerek kullanılabilir. Kozmetikte şampuan, krem, losyon gibi ürünlere karıştırılabilir. Cildi yumuşatıcı, besleyici özelliği vardır. Paylaştığımız bilimsel makale bu durumu izah etmektedir. Bala karşı alerjiniz varsa cildinizde de sıkıntı olabilir. Dr. Dursun Ünal

Burlando, B. and L. Cornara (2013). “Honey in dermatology and skin care: a review.” Journal of Cosmetic Dermatology 12(4): 306-313.

Honey is a bee-derived, supersaturated solution composed mainly of fructose and glucose, and containing proteins and amino acids, vitamins, enzymes, minerals, and other minor components. Historical records of honey skin uses date back to the earliest civilizations, showing that honey has been frequently used as a binder or vehicle, but also for its therapeutic virtues. Antimicrobial properties are pivotal in dermatological applications, owing to enzymatic H2O2 release or the presence of active components, like methylglyoxal in manuka, while medical-grade honey is also available. Honey is particularly suitable as a dressing for wounds and burns and has also been included in treatments against pityriasis, tinea, seborrhea, dandruff, diaper dermatitis, psoriasis, hemorrhoids, and anal fissure. In cosmetic formulations, it exerts emollient, humectant, soothing, and hair conditioning effects, keeps the skin juvenile and retards wrinkle formation, regulates pH and prevents pathogen infections. Honey-based cosmetic products include lip ointments, cleansing milks, hydrating creams, after sun, tonic lotions, shampoos, and conditioners. The used amounts range between 1 and 10%, but concentrations up to 70% can be reached by mixing with oils, gel, and emulsifiers, or polymer entrapment. Intermediate-moisture, dried, and chemically modified honeys are also used. Mechanisms of action on skin cells are deeply conditioned by the botanical sources and include antioxidant activity, the induction of cytokines and matrix metalloproteinase expression, as well as epithelial-mesenchymal transition in wounded epidermis. Future achievements, throwing light on honey chemistry and pharmacological traits, will open the way to new therapeutic approaches and add considerable market value to the product.

tarihinde yayınlandı

ARI SÜTÜ VE EPİGENETİK

ARI SÜTÜNÜN EPİGENETİK ÖZELLİĞİ VAR MIDIR?

Arı sütü epigenetik kavramını bize özetler. Epigenetik gen ifadesi veya hücresel fenotipte DNA dizisinden bağımsız olan mekanizmaların neden olduğu farklılaşmalardır. İşçi arılar 2n kromozoma sahiptir. Yani kraliçe arıyla aynı genetik yapıya sahiptir. Kraliçe arıya larva dönemi ve hayatı boyunca verilen arı sütü bu farklılaşmayı sağlamıştır. İşçi arı ortalama 45 gün yaşayabilir. Kraliçe arı 7 yıla kadar yaşayabilir. Ana arı bir günde kendi ağırlığının 2 katı yumurta bırakabilir. İşçi arıyla ana arının genetik yapıları aynı fakat birbirinden çok farklı vücut yapıları, üretim kapasiteleri ve ömürleri vardır. Paylaştığım makale bu durumu belirtmektedir.

Alhosin, M. (2023). “Epigenetics Mechanisms of Honeybees: Secrets of Royal Jelly.” Epigenet Insights 16: 25168657231213717.

Early diets in honeybees have effects on epigenome with consequences on their phenotype. Depending on the early larval diet, either royal jelly (RJ) or royal worker, 2 different female castes are generated from identical genomes, a long-lived queen with fully developed ovaries and a short-lived functionally sterile worker. To generate these prominent physiological and morphological differences between queen and worker, honeybees utilize epigenetic mechanisms which are controlled by nutritional input. These mechanisms include DNA methylation and histone post-translational modifications, mainly histone acetylation. In honeybee larvae, DNA methylation and histone acetylation may be differentially altered by RJ. This diet has biologically active ingredients with inhibitory effects on the de novo methyltransferase DNMT3A or the histone deacetylase 3 HDAC3 to create and maintain the epigenetic state necessary for developing larvae to generate a queen. DNMT and HDAC enzymes work together to induce the formation of a compacted chromatin structure, repressing transcription. Such dialog could be coordinated by their association with other epigenetic factors including the ubiquitin-like containing plant homeodomain (PHD) and really interesting new gene (RING) fi nger domains 1 (UHRF1). Through its multiple functional domains, UHRF1 acts as an epigenetic reader of both DNA methylation patterns and histone marks. The present review discusses the epigenetic regulation of honeybee’s chromatin and how the early diets in honeybees can affect the DNA/histone modifying types of machinery that are necessary to stimulate the larvae to turn into either queen or worker. The review also looks at future directions in epigenetics mechanisms of honeybees, mainly the potential role of UHRF1 in these mechanisms.